Devran-ı Şerif
Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. (Âl-i İmran, 191)
Devrân kelimesi Arapça ‘dâra’ fiilinden türemiştir. Sözlükte bir şeyin kendi etrafında sürekli olarak dönmesi, tavaf etmek, bir yörüngede dönmek (feleklerin dönüşü), kanın damarlardaki döngüsü gibi anlamlara gelir. Bir zikir türü olarak devrân ise âyinin belirli bir yerinde el ele tutuşularak veya eller omuzlara atılarak, yan yana veya arka arkaya halaka oluşturmak suretiyle bir yöne devrederek yapılan zikre denir. Mukabele cemiyetlerinde bu nev’î hareketle zikreden tarîkler ‘devrânî’ olarak isimlendirilir. Halvetîlerin tümü, Mevlevîler, Bayrâmîler, Anadolu Kâdirîleri devrânî zikir icrâ etmişlerdir.
“Meleklerin de Arş’ın çevresinde dönerek Rablerini övgü ile andıklarını görürsün. İnsanlar arasında hak ile hükmedilmiş ve, ‘Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur.’ denilmiştir.” (Zümer-75)
Tasavvuf mekteplerinde insanın terbiyesi, ilim ve aşk-ı ilâhînin tâlimi için çeşitli eğitim şekilleri ortaya konulmuştur. Kimisi bir köşeye çekilip, sessizce, kalbî derinliklerini keşfetmekle meşgulken, kimisi Allah (c.c.) diyerek dönmüş yâhut ayakta durup, ilâhî aşkın rüzgârıyla ve bu aşk için sağa sola salınan serviler, ağaçlar gibi kendilerini göstermişlerdir. Aslında bir eğitim şekli olan bu hareketler, zikir şekilleri ve ritüeller, manevî işaret yahut mânânın ve düşüncenin aktarılması için meydana konulmuştur.
Tasavvuf mekteplerinde merasimler temel olarak üç farklı fizikî hal üzere tertip edilmiştir. Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuuden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devran edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) teşrifi ile beraber ilk olarak Hicâz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler, sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifâiyye, Sa’diyye gibi mektepler cemiyet günlerinde kıyamî zikretmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.
Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaradılışı üzerinde düşünürler: “Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azâbından koru!” (Âl-i İmran, 191)
Tarîklerin ‘mukabele cemiyeti’ olarak isimlendirdikleri bu zikir cemiyetleri, Osmanlı coğrafyası ve özellikle İstanbul’da âfâkî ve enfüsî remizlerden mürekkeb bir resmî geçiti anımsatır. Resmî geçitlerin düşmana korku halka cesaret verdiği göz önünde bulundurulursa, cûş u hurûşa gelmiş dervişlerin tavırları da imân eden kişinin aşkını, cahil kişinin gafletini, münkir kişinin ise korkusunu arttırır.
Medeniyet tarihimizde yüzyıllardır tekkelerde icra edilen devrân-ı şerîf ve diğer tasavvufî merasimler bugün aslı muhafaza edilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı himayelerinde İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu Tasavvuf, İrfan ve Meydan Meşkleri Bölümü ile yeniden hayat bulmakta ve milletimizle buluşturulmaktadır.